meta http-equiv="Content-Type" content="text/html; charset=windows-1254" />

Adil HACIÖMEROĞLU


KİTAP, KAVUNA BENZER

.


Bir önceki yazımda 12 Eylül Amerikancı darbesiyle okura kurulan popüler kitap tuzağından söz etmiştim. Konu, çok ilgi çekti. Tanıdığım ya da tanımadığım kitap dostları, gerek telefonlaşarak gerekse sanal ortamda popüler kitaplar konusunda ilginç düşüncelerini paylaştılar benimle. Aslında gerçek okur, tuzağın farkında. O tuzağa düşmemek için olağanüstü bir çabanın içindeler.

Elli yaşından sonra okumaya merak salan, özellikle de tarih konusuna aşırı ilgisi olan bir arkadaşımla kitap üstüne söyleşiyorduk yıllar önce. “Tarih konusunda doğru kitapları nasıl ayırt edebilirim?” diye sormuştu bana.

Ben: “Kitap, kavuna benzer arkadaşım. Kavun alırken dibini koklayıp elliyoruz. Kitap da öyle… Önce kitabın arkasına bakacağız kaynakçası var mı, diye. Kaynakça ne kadar varsılsa kitap da o kadar gerçekleri anlatır. Ancak kaynakçadaki yapıtlar da sağlam olmalı. Öyle sanal ortamlardan alınan kanıtsız yazılar kaynak olamaz.” dedim. Bu doğrultuda konuşmamız sürüp gitti. Ardından kalkıp bir kitapçıya gittik ve arkadaşım uzun araştırmalar sonunda üç beş kitap alıp evin yolunu tuttu.

Popüler kitapların yaygınlaşması ve yeğlenmesi, bu alanda ticari bir kazanç kapısını da açtı. Ticari kazancın çekiciliği, kitap yazımındaki özensizliği artırdı. Bu özensizlik, “kes, kopyala, yapıştır” yoluyla kitap yazımını hızlandırdı. Nasıl olsa okurların çoğu, kitabın içeriğiyle ilgilenmiyordu. Okur için önemli olan genel havaya uyup modanın dışında kalmamaktı. Bu nedenle popüler kitaplardan söz açılınca öncelikle bu kitabın ne kadar çok sattığından söz edilmekteydi. Eğer çok satılıyorsa kitap güzeldir. Market raflarına dizilen kitapların kapaklarına ilgi çekecek bir biçimde “Bu kitap 200.000 adet basılmıştır ya da “500.000 baskı” gibi okuru ikna edici sözler yazılmaktaydı. Okur da büyük kalabalıktan birisi olma adına kitabı satın alıyordu.

Popüler kitaplar ellerde taşınmaktaydı, herkes görsün diye. Yeiç ve yegitlerde otururken masanın üzerine yerleştirilirdi kitaplar. Amaç, popüler kitap okuduğunu bu yolla da memleketin aydınları(!) arasında yer aldığının gösterişini yapmaktı.

Düşünce kitaplarının yazımında başvurulan “kes, kopyala, yapıştır” uygulaması giderek romanlarda da kendini gösterdi. Ünlü(!) olan ve birçok ödül alan bazı romancıların kitaplarındaki aşırmalar (intihalller) kamuoyunun gündemine oturdu. Ne yazık ki başkalarının yapıtlarından aşırma (düşünce hırsızlığı) yapanların ne yüzü kızardı ne de okurları azaldı. Aşırmalar ortaya çıkmasına karşın popüler kitap yazıcıları bu işten vazgeçmediler. Çünkü devir, liberalizmin devriydi. Kitap yazımı bir gelir kapısı olarak görülmekteydi. Her türlü yoldan para kazanmanın geçer akçe olduğu bir çürümenin, yozlaşmanın kokuşmuşluğu içindeydik.

Gerçeğin peşinde olan ülkü sahiplerinin sesi az, liberal madrabazların bağırtıları çok çıkmaktaydı. Daha başka bir söylemle çürümenin kokusunun kirlettiği havada gül kokuları neredeyse fark edilemez olmuştu.

Türkiye’nin liberalizmden yavaş yavaş kurtulması ve devletçiliğin geçer akçe olmaya başlamasıyla topluma dayatılan popüler kitapların da dönemi bitmeye başladı. Türk yazını, geniş ufuklara yelken açacağı günlerin başlangıcındadır. Kitapların da kavun gibi koklanacağı günlerdeyiz. O halde ne duruyoruz?