Topkapı sarayında görev aldığım yıllardı.
Çalıştığım ofise gitmek için Aya İrni'ye bakan meydanı geçip, ana kapıyı aşıp, uzun saray yolunu yürümem gerekiyordu. Anlayacağınız imza sirkülesine zamanında yetişmem için bir km lik mesafe vardı.
Topuklu ayakkabıyla paket taş döşeli yollardan yürümek oldukça zahmetliydi.
Yine de hızlı attığım adımlarının arası iki adım kadar vardı.
Ben öylesi telaşla yol alırken, önce ıslık çalınıp, sonra da bana laf atılmıştı:
" Heyy, fıstık. Çok güzelsin," d
Laf atmanın ardından gülüşmelerini duyduğum, o ince çocuk sesine başımı çevirmiştim.
Okullarına gitmekte olan ortaokul çocuklarıydı.
Zaten burnumdan soluyordum, onlara öfkeli bir bakışla;
" Ama bu yaptığınız çok ayıp çocuklar. Anneniz yaşındayım.!."
Der demez, elebaşıları olan çocuktan uzaktan bir öpücük, bir de argo yanıt almıştım.
" Yavrum, senin yaşında da bizim manitamız var. Yür...rüü, anca gidersin!.."
" Vay, veledler sizi vay! Siz şimdi görürsünüz!.."
O dakika, yürümeyi bırakmıştım. Çocukla sözel dövüşe başlayacaktım.
" Anlaşılan size analarınız, gereken terbiyeyi verememiş. Gelin de size terbiye nasıl verilir miş, bir güzel yedireyim.!"
Ayağımdaki topuklu ayakkabımın birini çıkartıp, çocukların üzerine doğru adımlarımın rotasını yöneltmiştim. İmza, mimza hak götüre. O günkü öfkemle, aklımdan buhar olup uçmuştu.
Elebaşı olan çocuk bu kez de çok pervasız bir yanıt vermez mi!
" Annem terbiyeli köftenin alasını yediriyor bize teyzee..."
Zınk, diye durmuştum.
Onu ve yanındaki iki çocuğu kovalamaktan vazgeçtim.
Belli ki, hazır cevap ukala, şımartılmış bir çocuktu. Yanındaki çocuklar da gülüşmelerle bir de ıslık çalmazlar mı!
Hay Allah'ım! Sabah sabah onlar okul yolunda, bense iş başı yapacağıma, şu başımıza gelene bakın hele!
İçimden örtülü küfürler savurup durdum.
' Ah be kadın! Zamane çocuklarıyla laf yetiştirmeye kalkarsan, olacağı buydu, işte!'
Bu kez strateji değiştirip, onların benden istediği tepkiyi vermeyecektim.
Ayakkabımı tekrardan giyerken, onlara hiç beklemedikleri bir eylemde bulunacaktım.
Başımı kaldırdığımda,yüzüme aydınlık bir gülüş yerleştirmiştim;
" Anladım. O halde anneniz sulu köftenizin içine sevgisini koymayı unutmuş olmalı. Hadi gelin de o sevgiyi ben size vereyim, çocuklar.!"
Bu kez onlar şaşırmıştı. Şaşkınlıklıklrının ardından kaçıştılar.
Ben de avucumun içine öpücük koyup, onlara doğru üflemiş, yoluma devam etmiştim.
O gün işe mi nasıl gittim?
Geç kaldım tabi ki...
Bu kısa anımı müdür yardımcısına bir güzel anlatıp, imzamı atıp, işe başlamıştım.
/ İstanbul Anıları/ 1982