meta http-equiv="Content-Type" content="text/html; charset=windows-1254" />

Emine PİŞİREN


KABUSUM GELİYOR..! (2)

Yazarımız ve Sanat Yönetmenimiz Emine Pişiren'in yazı dizisi devam edecek


Saatlerce koşturmuş, yorgunluktan ayaklarında derman kalmamış Hasan efendi, benden izin istemiş ve boş bir hasta odasında uyumaya çekilmişti.

Aslında çalışırken gece nöbetinde uyumak yasaktı. Ara ara hastabakıcımın bu dinlenme kaçamağına servis sakinleşince izin vermiştim.

Hastabakıcının uyumakta olduğu odaya doğru adımlarımı hızlandırmıştım. Yürürken de bir yandan onunla ilk nöbet günlerimi düşünüyordum.

Hasan efendinin kimseden, hele bir kadından emir almama, gibi bir huyu vardı. Çoğu meslektaşımla kavgalı olduğunu duymuştum. Gece nöbetlerinde hiçbiri onunla çalışmak istememişti.

Yeni mezunların nöbet listelerine kişiler, ister istesin, isterse istemesin hep Hasan efendi yazılırdı.

Boşluk dolduran adamdı. Anlatılana göre, adamın ne zaman, ne tepki vereceği bilinmezmiş. Kısacası bana tam bir hafta yazılmış sürpriz bir piyango biletiydi.

İlk haftaki nöbetimde Hasan efendi hep listemdeydi. Şikayetim olmamıştı. Adam hep görev başındaydı.

Bir kaç akşam yemeğinde kimi sağlık çalışanların üzerime yönelttikleri alaycı bakışları, önceleri pek umursamamıştım.

Yine bir akşam yemeğimizde iki meslektaşım bana bakışıp gülüşmekteydiler.

Onlara "Hayırdır, söyleyin de beraber gülelim," sorusunu sorduğumda, sarışın olanından yanıtımı almıştım.

" Aramızda öylesine konuşuyorduk canım. Sadece, Hasan Ağa ile çalışmak nasıl bir şey? Diyorduk canım."

Kısa saçlı meslektaşım ise diğerine alaylı kaş göz işareti yaparak; gülmüştü:

" Biz de bir katille çalışmak nasıl bir duygu, onu merak ettik şekerim."

Onların bana neyi ima ettiklerini pek anlamamıştım. Yemeğimi Aceleyle yemiş, doğruca servisime çıkmıştım. Meslektaşlarımla birlikte kahve keyfi bile yapmak istememiştim. Zira, servisimdeki hastalarımı daha fazla bensiz bırakamayacağım gibi bir an önce _hastabakıcımın da yemek yemesi lazımdır, _

' gitmeliyim' düşüncem ağır basmıştı.

Hasan efendiyle ilk haftam mükemmel ve sıkıntısız geçmekteydi. Temmuzun o sıcak buhranlı akşam yemek sonralarında, hastalarımızı rahatlattığımız bir akşam; servis odasında ona ve kendime naneli buzlu çay hazırlamıştım.

Hastabakıcıma seslendim. Geldiğinde de ona naneli buzlu çayı uzattım. Önce çekindi. Utangaç bir ifade yerleşmişti yüzüne. Sonra,

" Onu heç içemem Miss, Gürbüz. Ben sıcak çayı kıtlamayla içerim. Zahmet etmişsiniz. Sağ olun..." Diye uzattığım buzlu çayı içmemişti.

Anlamamıştım. Merakımı gidermek amacıyla ısrar etmiştim.

" Hava bunaltıcı. Soğuk naneli çay insanın içini ferahlatır, diye düşünmüştüm. Hem sıcak çayı anladım da kıtlama ne ki, Hasan efendi?"

Hafiften gülmüştü:

" Şey, ben Erzurum'luyum. Yani dadaşım. Bizim oralarda, hani şöle sert şeker vardır. Öle pek çayda erimez. Elimizde, bazen de dişimizin arasında tutarız, bir yudum çay, sonra ondan bir ısırık alırız . Çayı öle içeriz. Kıtlama öle bi şey işte..."

İlk kez ondan öğrenmiştim kıtlamanın nasıl içildiğini.

" Bir gün de seninle kıtlama çayını birlikte içeriz Hasan efendi."

" Tamam içeriz Miss, Gürbüz. Şimdi ben göreve dönmeliyim. Size afiyet olsun."

O ilk nöbet akşamı ona ne ikram ettiysem reddetmişti.

Üstelik, hiç de ona atılan kara çalmaların tam tersi davranışlarına beni tanık etmekteydi.

İlk günlerimizde ona her seslenişimde koşup geliyordu. Her verdiğim görevi fazlasıyla üstlenip, ben oturmadan oturmuyordu.

Onu izlerken, meslektaşlarımın onu istememelerinin sebeplerini, anlamaktan öyle uzaktım ki... Hastabakıcımın hiçbir açığını görememiştim. Anlam da verememiştim. Ama yakında öğrenecektim...

Gözlerimin yakın takipçisiydi hastabakıcım.Onu yakından tanımaya çalışacaktım. İki gün sonra bir kavanoz kıtlama şekeri getirmişti.

Kıtlama çay, onunla yakınlaşmaya bahanem olmuştu.

Ve başlangıç miladımızdı.

" Kaç yaşındasın Hasan efendi?"

" 50."

"Burada kaç yıldır çalışıyorsun?"

"3 yıl"

" Çocukların var mı?"

"Var. Sağlığına duacılar. İki kız iki erkek."

" Allah bağışlasın."

" Sağ olun."

" Eşin de çalışıyor mu?"

Susmuştu...

Üstelik gözlerinden çakmak çakmak öfkenin ışıkları yansımaktaydı. Bakışlarıyla beden dili sertleşmişti.

Bir anda oldu her şey!

Servis odasındaki bardakları lavobaya doğru fırlatıp attı.

Bardağın birini eliyle sıkarak kırmıştı. Diğerini bana atacak sanıp, bir adımla geriye doğru sıçradım.

Gözlerim iri iri açılmış, onu öylece izliyordum!

Avucunda sıkıp kırdıli bardak parçaları yere düştü.

Eli kanıyordu!

Yüreğim ağzıma gelmişti..! Korkunun nabzı boyun damarlarımda atmaya başlamıştı.

Ne olduğunu anlayamadığım bir girdabın içindeydim.

" Kusura kalmayın Miss. Gürbüz,"

Hasan efendi hızla servis odasından ayrılmıştı.

Devam edecek

Emine Pişiren/ Kocaeli